Derin Mevzular

“Yaşam Sandalı” üzerine düşünceler…

D: Zelda’da da battaniye ile oturmak istiyormuş, yer var mı ona da?

Ç: Yok, hiç yok. Bi kedi kıçı kadarı vardı sadece.

D: Kocaman battaniye canım paylaşıverin hadi.

Ç: Yok olmas, benim battamiyem.

Birileri batar, birileri yaşar.

Diyelim ki, 60 kişilik bir teknede 50 kişilik bir grup olarak refah içinde denizde yol alıyorsunuz (bu örnek zengin ülkeleri temsil etsin), karşıdan ise batmak üzere olan, taşıma kapasitesinin çok üzerinde insan yüklü bir sandal geliyor (bu da fakir ülkeleri temsil eder). Sorumuz şu: ölümle burun buruna gelen ve teknenize binmek isteyen insanlara karşı tutumunuz nasıl olurdu?

Gücümüz yettiğince alıcaz tabi insanları yanımıza, göz göre göre ölüme mi terk edicez” dediğinizi duyar gibiyim. Ancak maksimum 10 kişi alabiliyorsunuz, daha fazlasını alırsanız sizin tekneniz de batacak. Yine de hep beraber batmayı göze alabilir misiniz? Muhtemelen almazsınız. O zaman teknenize binmek isteyen yüzlerce kişi arasından “şanslı” 10 kişiyi seçmeye mi gidersiniz? Tabii bu gelecek olan 10 kişi de sizin konfor alanınızı daraltacak, teknenizin güvenli kullanım koşulunu zorlayacak ve batma ihtimaliniz yükselecek. Olsun bunu da göze alarak seçelim. Neye göre seçeceğiz? İlk ulaşan 10 mu? En iyi 10 mu? Hangi 10? Sadece çocuklardan oluşan bir 10 mu? Aileleri olmadan sadece çocukları almak uygun olabilir mi? Yani durum biraz karışık, çözüm öyle hap gibi yutulacak cinsten değil.

Hardin’in Yaşam Sandalı Etiği

Çevre bilimci ve mikrobiyolog Garret Hardin, bu “yaşam sandalı” sorununa karşı yaklaşımı ile ünlü. Hardin’e göre zengin ve refah içinde yüzen tekneye batan sandaldan gelmek isteyen kimse alınmamalıdır. Hardin bu görüşünden ötürü dikkatleri üzerine çekmiş ve bazı çevrelerce hümanizm karşıtı, etnosentrik (ortamlarda kullanmanın +5 entel puan getireceği bu kelime kısaca etnik kökenine bağlı ve bu konuda ayrımcılık amacı güden manasına geliyor denilebilir) hatta faşist olarak nitelendirilmiş. Ancak ne kadar eleştirilse de birçok gelişmiş ülkenin mültecilere olan yaklaşımının Hardin’in bakış açısıyla birebir örtüşmesi ironiktir.

Hardin’e göre zengin tekneye binmek isteyenler sürekli olarak buyur edildiklerinde, bir süre sonra zengin teknenin kaderi de batan sandalla aynı olacaktır. Dolayısıyla hem eldeki huzur ve düzenden olmamak hem de çoğunluğun iyiliği için tekneye kimse alınmamalıdır.  Yine de bu kararı almaya vicdanı elvermeyenleri de düşünmüş Hardin, onlar için “madem öyle siz tekneden çıkın ve yerinize mağdur olan biri gelsin” opsiyonunu sunuyor. Bu durumda, vicdanı rahatsız olan biri fakir sandaldan gelen birine yerini verdiğinde, yeni gelen kişinin vicdanının rahat olması ve bu durumu kabul etmekte bir sorun görmemesi nasıl karşılanmalıdır? Hardin’e göre böyle bir koşulda tekneye gelen insanlar, zamanla teknedeki vicdanlı insanlarla tamamen yer değiştiğinde zengin tekne yine fakir tekneye dönüşecek ve gene sulara gömülecektir.

Geliş(e)meyen insanlık batar.

Hardin’e göre, zengin ülkeler fakir ülkeleri sırtlarında taşımak zorunda değil. Hatta yardımların miktarı arttıkça bu fakir ve gelişmemiş ülkeleri gelişmekten de alıkoyacaktır diyor. Nasıl olsa bir şekilde yardım geliyor, zaten gelişmeyi düşünmeyen insanlar bu durumda hiç gelişmezler hesabı. Bu bakış açısı gelişmiş ülkelerin, gelişmemiş ülkelere zarar vermediği, herkesin kendi edip kendi bulduğu koşulda daha geçerli olabilirdi. Çünkü baktığımızda tam aksi bir dünya var gibi: gelişmiş ve güçlü ülkeler diğerlerinin gelişmemişliklerinden, örneğin ucuz iş gücünden yararlanabiliyor ve onların gelişmelerinin önünde de durabiliyor. Yani gelişmişin başkasına ket vurmadan gelişmiş; gelişemeyenlerin ise salt kendi kerizliklerinden gelişemediği bir dünyada Hardin’in haklılık payı daha çok göz doldururdu. Ancak mevcut düzende de sorulması gereken bazı sorular var. Bu gelişme-gelişememe mevzusunda en etkili faktör nedir, tartışılır. Ama bir ülke gelişmemişse bunun tek sebebi gelişmiş ülkelerin onlara fırsat vermemesi de değildir.

Sorular sorular…

Kişinin elindekilerden olmadan cömert olması ile elindekileri paylaşıma giderek cömertçe davranması çok farklı şeyler. Bir nevi iyilik yapmak ile fedakarlık yapmak arasındaki fark buradadır. Şimdi, herkes elindekini yitirmeden yola devam etmek isterse (istisnalar olsa da en genel insan tutumu böyle) hümanizmden bahsetmek bir ironiden öteye gitmiyor. Durum itibariyle, zengin ve fakir ülkeler mevcut, şu an bu uçurumu nasıl kapatacağımız konumuz değil. Hal böyleyken, fakir gelmiş fakir giden bir ülkede doğmuş bir çocuğun kişisel olarak bu senaryolardaki konumu nedir?Mesela 4-5 yaşlarındaki bir çocuk zengin tekneye binemediği vakit boğulup ölecekse, bunun sorumluları kimlerdir? Çocuğu teknelerine almayan zengin ülkeler mi? Bakamazken, güvenli bir ortam dahi sunamazken sürekli üreyen ve bu çocuklara ne olacak diye düşünemeyen fakir ülkenin yetişkinleri midir? Üremek her koşulda hak mıdır? Herkesin canı aynı oranda mı değerlidir? İnsan hakları ne kadar geçerlidir? Bazıları şanslı bazılarıysa sadece şanssız, bu durumda yapılacak başka bir şey de yok mudur?

Tüm yetişkinleri suçlayalım; zenginleri suçlayalım, fakirleri suçlayalım. Peki ya çocuklar?

Ç: Hofffffiiiiyya! Tamam o da gelsin, ne battamiyeymiş. İnsamlık ölmüç olabilir bari kedilik ölmesin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir