Kedi sahiplenmek: Mantık bunun neresinde?
“Bunların kılları çok dökülüyordur, zor olur temizliği filan…”
“Bunlar da büyümeyen çocuk gibi ya, zor valla…”
“Eşyalara filan da zarar veriyorlardır…”
“Sevdirmiyor da canım, çok huysuz…”
“Ben bunu sevmedim, bu çirkin, diğeri daha güzelmiş…”
Alternatif -1: “Aman Ali Rıza Bey, tadımız kaçmasın”
“Tabii biraz zor oluyor temizliği.”
“Aynen bu kadar büyüyorlar işte, kehkeh.”
“Tabii zarar verebiliyorlar.”
“Evet, pek sevdirmez.”
“….. (bu esnada halıdaki desenler incelenebilir)”
Alternatif-2: “İki çift laf da ben edeyim”
“E kedi bu, tabii dökülüyor kılları. Kediyi seven kılına da katlanıyor, dert etmeyin siz.”
“E kedi bu, büyüsün olgunlaşsın düşüncesiyle sahiplenmedik. Normali böyle, bu haliyle sevmesek beslemezdik, değil mi?”
“E kedi bu, zarar da verebilir. Eşyaları pek önemsemiyoruz, çok eskirse de bakılır bi’ çaresine.”
“Sevdirmek zorunda mı? Hayvan sırf kendini bize sevdirsin, itaat etsin diye mi sevilir/beslenir?”
“O size bayılmış, ‘beni niye sevmediler?’ diyor. Gördünüz mü nasıl üzüldü? Üzülünce böyle patilerini yalar da hep.”
Sahi, sevgi neydi?
Cengiz Aytmatov’un sevgi tanımı dupdurudur:
“Sevgi neydi? Sevgi; iyilikti, dostluktu. Sevgi emekti.”
Alternatif-3: “Tutabilene aşk olsun!”
“Sizlerin sevgileri emek gerektirmiyor mu hiç? Sevdiğiniz şeyler için zaman zaman fedakârlıkta bulunmuyor musunuz? Yok, aslında ondan değil de… Kedileri bu denli sevilmeye değer bulmuyorsunuz sanırım? Tabii koltuk sevmek, yıpranmasını istememek de bir tercih. Sonuçta üzerinde oturuyorsunuz, yatıyorsunuz. Bariz bir faydası var sizin için. Halbuki kedi öyle mi? Kedinin üzerine oturamazsınız, aksine kedi gelir sizin oturacağınız yere oturur. Kalksın istersiniz bir de pati atar. Olacak şey değil, kendi evinizde misafir oldunuz. Tabii haklısınız, ne gerek var bunca çileye. Konfor çok önemli. Peki sizler nasıl mutlu olabiliyorsunuz? Sürekli sizi üzmeyecek kişilere ya da eşyalara yatırım yaparak mı? Problemlerin üzerinde biraz düşünmek yerine, problem yaratma ihtimali olan şeyleri hayatınızdan topyekün çıkarmayı mı tercih ediyorsunuz? Peki geriye ne kalıyor?
Biz nasıl mutlu oluyoruz biliyor musunuz: kedi evin içinde yürüyor; mutlu oluyoruz. Mesela, yatmadan evvel kitap okurken yanımıza kıvrılıyor; “az öte git zalımın kızı” diye patiliyor, mutlu oluyoruz. Hatta kum kaplarını temizliyoruz; “oh tertemiz oldu be, güle güle işeyin köftehorlar” diyerek bile mutlu olabiliyoruz. Kediyi fiziksel anlamda sevip, mıncıklamaktan, onun bizi sevme ihtimalinden bahsetmedim bile. Deli miyiz neyiz? Değiliz elbet… Su filan yok mu? Dilim damağım kurudu.”
Üç ayrı alternatif ile kedi severlerin ne tip duygu ve düşünceler içinde olabileceğini şakayla karışık özetledik. Elbette insan hayatında kediler olmadan da gayet mutlu olabilir. Sözün özü gerçek sevgiyi tadıp mutluluğu yakalayabilmekte. Bu sevgi ve mutluluk da kedi örneğimizde olduğu gibi, belki de küçük olarak değerlendirebileceğimiz şeylerde mevcuttur. Mühim olan değersizleştirmeden sevmeyi ve mutlu olmayı becerebilmek. Bunu başardığınız takdirde, insanların zararlı çıkıyormuş gibi durmalarına rağmen kedi beslemelerini (ya da size boş gelen herhangi bir şeyi seviyor olmalarını) daha makul bir tutumla karşılayabilirsiniz. İnsanda mantık aramak pek mantıklı değilse de kedi sahiplenmenin mantığı burada yatıyor olabilir.
Bu fırfır dönen dünyada bazen bir şeyleri sadece bize faydası olduğunu düşündüğümüz için sevebiliyoruz. Doğrusu, sevdiğimizi zannediyoruz. Yani sevmek değildir o, sevsen duramazsın, çabalarsın. Çünkü sevgi, salt mutluluk ve zevk veren şeyler için kullanılabilen bir sözcük değil, o anlamı karşılamıyor. İşin tuhaf yanı, onun için çabalamanın gerekmediği, safi mutluluk ve zevk kaynağı olabilecek kaç şey vardır ki insan hayatında? Gerçek sevgi sadece haz almakla ilişkili değildir. O yüzden sevgi emektir, uğrunda bir şeyler yapılabilendir, denir. Bittabi fedakârlık sevginin ayrılmaz bir parçasıdır, yol arkadaşıdır, kankasıdır. Kediler için de durum biraz böyle; sevgi koltuklarınızdaki aşınmaları görmezden gelmenizi sağlayabilir, daha çok temizlik yapmayı problem etmenize de engel olabilir. Bütün bunlar için ayırdığınız zamanı, maddi kaynağı, emeği de ‘boşa gidiyor’ olarak görmemenizi sağlayan gene sevgidir işte, ta kendisidir. Zaman zaman “evi bok götürüyor, her yer kıl olmuş” diyebilirsiniz ancak bu da insanın doğasındandır. Nitekim insan sevdiğine de kızabilen, kâh coşup kâh durulabilen bir yaratık. Tabii bir gün çok sevdiğiniz birini ya da bir şeyi, ertesi günü yerden yere vuruyorsanız, bütün hayatınız böyle şekilleniyorsa, bu anormaldir. (Bkz. borderline kişilik bozukluğu)
Şaka bir yana, insanların birbirlerini anlayabilmeleri büyük mesele. Kimin kimi ne kadar anlayabildiğini ölçebilecek bir cetvelimiz de yok. Böyle bir ölçeğimiz olabilseydi bile, bu bize karşımızdakini düşüncelerinden ötürü yargılama hakkını vermezdi. Kimse bizimle aynı hayat görüşüne sahip olmak zorunda değil; insan ilişkilerinde mühim olan görüşler çeşitliliği içerisinde saygıyla ve huzurla yaşanabilen bir ortam yaratabilmek.
‘Biz kedinin sahibi değil, kölesi olduk’çular şöyle gelsin.
Evlerinde ya da yaşam alanlarında kedilerle birlikte olan birçok insanın, kedilere bakış açısının oldukça ‘insansı’ olduğunu görebilirsiniz. Örnek vermek gerekirse: “o bizim evladımız”, “ailemizin bir üyesi” tarzında söylemlere sık sık rastlarız. “Bu kadar candan sevebilmek iyi hoş da nasıl oluyor bu iş yahu?” denildiğini duyar gibiyim. Bu sevme işini başkalaştırıp, karşımızdaki bir kedi değil de sanki bir insanmış gibi, insani duygu ve düşüncelere sahipmiş gibi yaklaşmak diye bir şey var ve bunun afili bir de ismi var: antropomorfizm (insan biçimcilik). Tabii bu sadece kedilerle ilgili bir kavram değil, herhangi bir varlığa insansı özellikler atfetmek şeklinde düşünülebilir. Konu bu noktaya kediler için geldiğinde ise insan davranışları bazen epeyce tuhaflaşabiliyor; kediyi insan yavrusu gibi ayağında sallayarak uyutanından tutun, masaya oturtup ağzına kaşıkla yemek verenine kadar geniş bir yelpazede, yörelerimiz, türkülerimiz ve geleneklerimiz çerçevesinde çeşitlenen sıradışı kedi bakma ve besleme ritüelleriyle karşılaşabiliyoruz.
Peki nasıl oluyor da kediler aileden biri gibi görülebiliyor? Aslında cevap sorunun içinde gizli: beynimiz kedileri insan yavrusuna benzeterek algılıyor. Kabaca kedilerle olan ilişkimiz antropomorfizm ve empatinin bileşimi ile şekilleniyor denebilir. Empati birçok ahlaki ögenin temelini oluşturduğu gibi hayvanlara olan yaklaşımımızda da çok etkili. Empati sayesinde diğer insanların yaşadıklarını bir nebze anlayabiliyor ve “sana yapılmasını istemediğin bir şeyi başkasına yapma” ahlâkını geliştirebiliyoruz. Ne kadar hoş ki empati sadece insanlar arası bir hissiyat oluşturmakla kalmıyor, insanların hayvanlara karşı tutumlarını da çok etkiliyor.
Ünlü evrim biyoloğu Richard Dawkins de köpeğiyle olan ilişkisini yukarda anlattıklarımıza benzer bir biçimde kısaca anlatıyor:
Sahi, empatiyi insandan söküp alsalar geriye nasıl bir canlı kalırdı?
Empati yeteneği çoğu insanda yok ki zaten ve nasıl bir canlıya benzedikleri de ortada. Savunmasız hayvanlara eziyet ve tecavüz eden, yine küçücük çocuklara tecavüz eden, ekmek doğrar gibi kıtır kıtır adam doğrayanlar vesaire vesaire herhangi bir canlıya yapılan türlü türlü suçların sahipleri empati yeteneği gelişememiş insan güruhu değil mi zaten ? Ve suçlar da hep bu eksiklikten işlenmiyor mu ?
Merhaba Yeşim Hanım,
Evet empati yoksunluğu birçok şeyin sebebi olabilir dediğiniz gibi. Ama insanlar nasıl empatiden yoksun bi hâle gelirler, empati yokluğunda yaşadığımız sorunlara çözüm getirebilmemiz için bunu da sorgulamamız gerekiyor sanırım.
Sevgiler 🙂