Ç: Yişte geldi! Küçük kanatlı ama tombilik kuç! Gelceyini biliyodum. Sakin ol ve bekle. Çümkü neden? Birazdan Celda gelip camları dövecektir. Sen korkma, camlardan sadece ışık ıçınları geçebilir. Celda’nın milyomlarca atom ve de molükülden oluçan patisi geçemes. Denedim tabi vakdi zamanında ordan bilyorum. Celda da deniyor ve de deniyor. Aynı çeyi denemekten vazgeşmiyor. Aynştayn’ın bi lafı vardı... Nöy? Gitti. Kanadını da alıp gitti.
Gelelim yazımızın konusuna:
The True Cost, moda ve tekstil sektörünün aslında ne kadar eli kanlı bir sektör olduğunu gözler önüne seren çarpıcı bir belgesel. Moda ve giyimle ilgili konulardaki bakış açınızı etkileyeceğini düşünerek izlemenizi öneriyorum. Şahsen belgesel izleyip ağlamaklı olmak pek yaşadığım bir durum değildi.
Dünyayı en çok kirleten sanayiler hakkında hiç düşündünüz mü? Bunun başında petrol sanayisi geliyor, ancak ikinci sırada ise oldukça ilginç bulduğum bir isim var: tekstil ve moda sektörü.
24 Nisan 2013’te Bangladeş’te dünyaca ünlü giyim firmalarının (ZARA ve Benetton gibi) üretimlerini yapan işçilerin çalıştıkları Rana Plaza çöktü ve 1000’lerce işçi hayatını kaybetti. Bir kısmı sakat kaldı, birçok insan eşini dostunu kaybetti. Bu olayın ardındansa bu büyük ve oralardan alışveriş yaptığımızda iyi hissettirdiğini sandığımız dünyaca ünlü markalar, ne kadar kötü şartlarda üretim yaptırdıklarını ve nelere sebep olduklarını gösteren bu elim olaydaki paylarını inkâr ettiler.
Belgeselde ayda 10 dolar kazandığını söyleyen Bangladeşli bir kadın işçi “ürettiğimiz ürünleri satın almayın” diye haykırıyor. Çünkü biz satın almaya devam ettikçe o şartlarda çalışmaya devam etmek zorunda kalıyorlar.
Bir alışveriş merkezine gittiğinizde tüketilmeyi bekleyen ne kadar fazla ürün olduğunu görürsünüz. Çünkü ekonomik sistem buna dayanıyor. Bütün reklamlar bangır bangır “bunu alırsan çok mutlu olacaksın!” temasını ilmek ilmek işliyor. Hatta sizin neye ihtiyacınızın olduğunu reklamcılar belirliyor. Ana tema ise her zaman “al ve mutlu ol”.
Sürekli kâr etme derdiyle yanıp tutuşan ve bunu nasıl yapabilirim diye düşünen büyük giyim firmaları da yeni bir akımla bu işi çok güzel rayına oturtuyorlar. “Fast Fashion” diye bir akım başlıyor. 4 mevsimden oluşan moda trendini 52 haftaya bölüyorlar. Yüce H&M diyor ki: “ Bu ürün sadece 1 hafta boyunca burada, bak haftaya geldiğinde bulamazsın ha çabuk al!” Kıtlık psikolojisi ile hareket eden kitleler de belki hiç giymeyecekleri ürünleri böylece almış oluyorlar.
Giydiğimiz şeylerin ne kadar kalitesiz olduklarını fark etmişsinizdir. Birçok sektörün devamlılığını sağlayan şüphesiz bu kalitesizlik. Eskisin ki bir daha al. Tabii kalitesizleştikçe ucuzlaşıyor da. “Ohh ne güzel çeşit çeşit alayım ne olacak giymesem de içim yanmaz, 10 lira be!”. Böylelikle tüketim normalleşiyor, alınan ürün değersizleşiyor. Halbuki bizim 10 liraya aldığımız o ürünün gerçek bedelini işte o berbat şartlarda çalışan işçiler ve doğal kaynaklar ödüyor.
Tüm bunların bir de ekolojik sonuçları var. Çılgınca tüketmek isteyen sektörler, aynı hızda üretim yapmalarına imkan sağlayan bir dünyada değiller. Dolayısıyla doğal kaynaklar tüketiliyor, kirletiliyor ve yenilenemiyor. Daha yüksek verimle pamuk üretmek için kullanılan kimyasallar hem doğayı hem de insanlığı tehdit ediyor. Aslında büyük resimde en büyük zararı yine insanlığa ve doğaya ödetiyoruz ancak kimin umurunda?
Peki ne yapabiliriz?
Tüm bunlara en genel çözüm tabii ki az tüketmek olacaktır. Gerçek ihtiyaçlarımızın bilincinde olmamız gerekiyor. En başta ise tüketmenin mutluluk getirmediğini fark etmek gerekiyor. Hiçbir şey almayın rezil bir şekilde yaşayın değil tabii burada vurgulanan. Hepinizin dolabında yıllardır giyilmeyen parçalar vardır örneğin. Bunu sadece giysilerde değil satın aldığınız tüm ürünlerde uyguladığınızda adı minimalizm oluyor.