Ne okuruz?

Pürdikkat bir hayat!

Ç: Odaklaçma konusunda benim patime kimse su tökemez. Mevzubayis yaç mama olduğunda öyle bi odaklaçırım ki havada uçan sineyin, yerde kaçan böceyin, koltukta esneyen Celda’nın nevesini bile duyabilirim.

D: O derece?

Ç: O derece.

Bilimsel içerikli kitaplarıyla tanınan Winifred Gallagher “Odaklanmış bir hayat sürecektim, çünkü yaşanabilecek en iyi hayat buydu” diyor. Gallagher, kendisine kanser teşhisi koyulduktan sonra dikkat ve mutluluk arasındaki bağlantıyı keşfettiğini dile getiriyor.

“Kim olduğunuz, ne düşündüğünüz, ne hissettiğiniz, ne yaptığınız, neyi sevdiğiniz odaklandığınız şeylerin toplamıdır.” Eğer kanser teşhisine odaklanırsanız, kendinizle birlikte hayatınızı da mutsuzluğun ve korkunun esiri haline getirirsiniz. Ancak akşamüstü yudumladığınız bir kadeh şaraba odaklanırsanız hem kendinizden hem de hayatınızdan daha hoşnut olursunuz.

Kişisel gelişim mi dedin? Hımmm…

Girizgâh olarak Gallagher’den alıntılayarak yazmış olduğum ilk paragraf,  kişisel gelişim kitaplarının birçoğunda ileri sürülen ve “demesi kolay” olarak nitelendirebileceğimiz türden vecizeler olarak görünebilir. Nitekim ben de kişisel gelişim kitaplarına hep önyargılı yaklaşmışımdır. Metin Hara ve türevlerine bakacak olursak işimiz yaş. Ancak yukarıda bahsettiklerim bilimsel bulgularla da desteklenmiş çıkarımlar. O yüzden gevşeyebiliriz. Örneğin, olumsuz fikirlerden ziyade olumlu fikirlere odaklanabilen insanların daha mutlu olduğunu (yaşlı insanlar bu konuda kendilerine göre genç insanlardan daha iyiler) amigdaladaki faaliyetleri inceleyerek gösterebilen birtakım nörolojik çalışmalar mevcut [1][2].

Pürdikkat (Deep Work)

Doktorasını MIT’de tamamlamış ve hâli hazırda Georgetown Üniversitesi’nde bilgisayar bilimleri bölümünde çalışmaya devam eden Cal Newport, Pürdikkat (orijinal ismiyle Deep Work) isimli kitabında öncelikle odaklanabilmenin neden önemli ve faydalı olduğuna değiniyor. Kitabın geri kalanında ise odaklanarak çalışabilmek için birtakım stratejiler sunuyor. Kendisi de odaklanmanın ve yüzeysellikten kaçınmanın hayatımızda ne kadar etkili olduğunu Gallagher’in fikirlerine katılarak vurguluyor: “Derinlemesine yaşanan hayat, dolu dolu yaşanan bir hayattır, nereden nasıl bakarsanız bakın.”

Tam çalışacağım derken telefon bızıklıyor.

Zelda’nın yağan yağmura nasıl da ustaca odaklandığını görebilirsiniz.

Kitabın giriş kısmında odaklanarak çalışmayı ilke edinmiş ünlü kişiler somut örnekler olarak karşımıza çıkıyor. İlk örnek psikoloji alanında çığır açan Carl Jung. Kendisi çalışmalarına derinlemesine odaklanabilmek için Zürih’in Bollingen adlı bir köyünde bir ev yaptırıyor ve burada yarattığı inziva ortamı ile çalışmalarındaki verimliliğini en üst seviyeye çıkarıyor. Yanlış anlaşılmasın, kafa dinlemek için değil çalışmak için kurulmuş bir ortam bu. Burada karşılaştığımız en büyük problemse günümüz şartlarında çoğumuzun Carl Jung gibi inzivaya çekilip bireysel bir çalışma gerçekleştirecek koşullar içinde olmayışı. Birçoğumuz kalabalık ofislerde ve/veya etrafı dikkat çelici uyaranlarla dolu ortamlarda çalışmak durumundayız. Ya da böyle bir imkâna sahip olsak dahi kaçımız bunu tercih eder? İşte günümüz insanını odaklanarak çalışıp özgün işler ortaya koymaktan alıkoyan ve işlerimizin yüzeysel bir seviyede kalmasına sebep olan başlıca etmenlerden biri bu: sürekli uyarılıyoruz ve uyarılmadan da duramıyoruz. Belki odaklanacağız ama o telefon bızıklamadan durmuyor, ya da günün önemini belirten facebook gönderimizi planlamaktan kendimizi alıkoyamıyoruz, çünkü epey “like” alıyoruz, insanlar da fikrimize kıymet veriyor filan sanıyoruz, dur şimdi bu konuyu atlamak olmaz, hemen bir gönderi yayınlamalı.

Dostlar alışverişte görsün.

Toplumda yaygın bir şekilde hükümsüren ve odaklanarak çalışmanın önünde büyük bir set kuran bir diğer etken ise insanların yaptıkları işe gereğinden fazla önem arz ederek gözlerinde büyütmesi ve bundan yola çıkarak kolaya kaçmasıdır. Burada aynı zamanda çok da naif bir paradoks yatıyor: kendi işin ne kadar önemli ve zor ise bir başkasının işi de o kadar kolay ve herkes tarafından icra edilebilirdir. Bu “benim işim daha önemli, sen zaten napıyosun ki tüm gün mail at anca” tarzındaki yaklaşıma iş yerlerinizde rastlamışsınızdır. Neyse esas konumuz kolaya kaçmak. Buradaki kilit nokta ise şu: meşgul görün ki sıkı çalışıyor desinler. Örneğin, insanlara sürekli ne kadar yoğun çalıştığınızdan dem vurabilirsiniz. Başınızı kaşıyacak vaktiniz yoktur. Gün boyu bir şekilde meşgulsünüzdür ancak nasıl bir şekilde? Tabii ki insanların yaptıkları işi önemsemesi motive olmaları açısından oldukça önem arz eder ancak burada önemli olan üretilen işin bir derin çalışma ürünü mü yoksa yüzeysel çalışma ürünü mü olduğudur.

Newport, derin çalışma ve yüzeysel çalışma gerektiren işleri birbirinden ayırıyor. Yüzeysel çalışmaların konusu olabilecek işler aslında bir uzmanlık gerektirmeyen sıradan işler olarak tanımlanabilir. Ya da belli bir seviyeye gelmiş ve sonrasında rutine binmiş ve o işi yaparken ekstra bir çaba ya da beyin gücü kullanımı gerektirmeyen, kişiye ve dünyaya artı bir değer katmayan, ancak yine de yapılması gereken ve de vakit alan işler de denebilir. Yani belki de sizi gün boyu meşgul eden birtakım işler aslında bu tarzda olabilir.

Derin çalışmaya konu olabilecek işler ise kişiye ve dünyaya artı değer katan, pürdikkat odaklanarak gerçekleştirilmiş ve bilişsel yeteneklerin sınırlarını zorlayan, başkası tarafından taklit edilmesi oldukça güç olan, uzmanlık gerektiren işler olarak tanımlanıyor. Yani yüzeysel çalışarak bu tarz uzmanlık gerektiren konularda başarılı olmak söz konusu olmuyor. Ancak yüzeysel çalışma biz insanlara daha kolay geldiği için bu yöntemi benimseyip vasat işler ortaya koyma yolunu tercih etmeye meyilli oluyoruz. Bu da odaklanarak çalışma ve özgün işler ortaya koymamızdaki önemli engellerden biri olmuş oluyor.

Newport, artı değer yaratıp başarılı olabilmek için iki temel kabiliyetin hayati öneme sahip olduğunu öne sürüyor ve bu kabiliyetleri kazanmanın yolunun da odaklanarak çalışmaktan geçtiğini vurguluyor:

  1. Zor işlerde çabucak ustalaşma
  2. Hem nitelik hem de hız bakımından seçkin düzeyde üretme

Burada bir noktayı belirtmekte de fayda var, yapacağımız her işte beynimizin her kıvrımına kadar  kullanıp odaklanmamız tabii ki söz konusu değil. Zaten bazı işler doğası gereği basit, örneğin mail atmak gibi. Yazar burada bu iki kilit maddeyi yerine getirdiğimiz uzmanlık gerektiren konularda başarının kesin sonuç olduğuna vurgu yapıyor. O zaman hadi uzmanlaşalım! (uzmanlaşamadı…) İşte böyle her gördüğü şey karşısında gaza gelip uygulamaya çalışanların hazin sonu da biraz kendini, isteklerini ve becerilerini bilmemekten ve biraz da o işe yeteri kadar odaklanmamaktan kaynaklanıyor. Bunların farkında olup bir de odaklanarak çalışıldı mı, yeme de yanında yat’mış. Söylemesi pek hoş.

Kedilerin odaklanma konusunda ne kadar usta olduğunu gözler önüne seren bir kanıt daha.

Sen bize bu işin olurunu bi’ söyle bakalım.

Bütün bunları söylemesi pek hoş fakat sadece lafta kalmaması ve odaklanarak çalışabilmeyi pratiğe dökebilmemiz için kitapta birtakım stratejiler sunuluyor. Evet, odaklanmak iyiymiş güzelmiş ve odaklanmamıza engel teşkil eden şeyler varmış, peki ne yapmalı, hangi yöntemler denenmeli?

Beyninizi odaklanarak yaşamak için yapılandırın.

Beynimiz çok tatlı olduğu için dikkat dağınıklığı yaşadığımız takdirde tekrar odaklanmak yerine, dikkati dağıtan şeye yönelmeyi daha çok seviyor. Bu da odaklanarak çalışmak yerine, yüzeysel çalışmayı tercih etmemizi sağlıyor, çünkü basit. Bu yüzden odaklanarak çalışmak istiyorsak öncelikle dikkat dağıtıcı unsurları hayatımızdan uzaklaştırmamız gerekiyor. Burada hayatımız kelimesine vurgu yapmak istiyorum, evet “hayatımız”. Yazar odaklanmayı bir yaşam tarzı olarak görüyor ve odaklanarak çalışmada bize engel olacak uyaranlara sadece çalışmamız boyunca direndiğimiz ve hayatımızın geri kalanında yine bu uyaranlara kapıldığımız bir dünya pek mümkün görünmüyor. Çünkü beynimizin yapılanması sadece çalışma esnasında değil hayatımızın tüm evrelerinde devam ediyor. Örneğin, bir kuyrukta beklerken canımızın sıkıldığı o ilk anda telefona sarılıyorsak, çalışmadan sıkıldığımızda da beyin yine bu telefona sarılma sinyalleriyle boğuşuyor, çünkü çok tatlı bir organ. Bu yüzden canınız sıkıldığında buna sabretmeniz, dikkatinizi hemen başka şeylere vermeyerek beyninizi buna adapte etmeniz gerekiyor.

Kitapta belli başlı odaklanarak çalışma stilleri bol açıklamalı ve somut örneklerle sunuluyor. Bunlardan hangisinin size uygun olduğunu seçmek size kalmış. Kısaca bu yaklaşımları özetleyelim:

Keşiş yaklaşımı: Bu yaklaşımda pürdikkat çalışmaya azami ölçüde vakit ayırabilmek için yüzeysel sorumluluklar ya bertaraf edilir ya da yok denecek kadar aza indirilir.

Açıkçası bu yaklaşım günümüz koşullarında toplumun geneli için pek verimli durmuyor. Adı üzerinde kendinizi her şeyden soyutlamanız ve çalışmaya öncelik vermeniz gerekiyor. Ekmek elden su gölden bir yaşam tarzı için ideal olabilir.

Çift modlu yaklaşım: Zamanınızı ikiye bölün ve bir bölümünü yalnızca ve bütünüyle pürdikkat çalışmaya ayırın. Geri kalan zamanda da odaklanma kaygısı duymayın, istediğinizi yapın.

Bu yaklaşım keşiş yaklaşımının daha makulleştirilmiş bir versiyonu gibi. Hepimizin yerine getirmesi gereken sorumluluklar olduğunu düşünürsek tüm zamanımızı odaklanmaya çalışarak geçiremeyiz. Bu yaklaşımı kullanan ünlü isimlerden biri Carl Jung; kendisi belli zamanlarda köyde inzivaya çekiliyor ve pürdikkat çalışıyormuş ancak klinikte olması gerektiği zamanlarda da gece geç saatlere kadar terapi yapmak durumunda da kalabiliyormuş.

Ritmik yaklaşım: Bu yaklaşıma göre pürdikkat çalışmaya her defasında rahatlıkla başlayabilmenin en kolay yolu bunu rutin alışkanlıklardan biri haline getirmek. Bir plan yapıyorsunuz, örneğin sabah 05:00-07:00 arasını odaklanıp çalışmaya ayırıyorsunuz. Günün geri kalanında ise diğer şeylerle meşgul olabiliyorsunuz. Çift modlu yaklaşımda ise odaklanma bütün bir güne yayılıyor, aradaki büyük fark burada.

Buna zincir yöntemi de deniyor ve birçok konuda da uygulanabiliyor. Bir kere başladıktan sonra zinciri bozmadan devam etmek gerekiyor. Bir süre zor gelse de zincir oluşmaya başladıktan sonra ritmi yakalıyormuşsunuz.

Newport bu yaklaşımı özellikle ofis ortamında çalışanların tercih ettiğini vurguluyor. Tüm gün ofisteki işlerle meşgulsünüz diyelim, odaklanmak istediğiniz diğer işleriniz için mecburen kısıtlı saatler içeren bir plan yapmak durumundasınız.

Gazeteci yaklaşımı: Bu yaklaşıma göre bulduğunuz her boşluğu odaklanarak çalışmak için değerlendiriyorsunuz. Ocakta yemek mi var? Pişmesini beklerken biraz çalış, gibi. Sanırım bu yaklaşım odaklanarak çalışabilmenin nirvanası gibi. Zaten yazar da henüz işin başında olanların uygulamakta zorlanacakları bir yöntem olduğunu vurguluyor.

Multitasking = zihin enkazı.

Aynı anda ne kadar çok şey yapmaya çalışırsak, yapmaya çalıştıklarımız hep yüzeysel işler olarak kalıyor bu da hiçbir konuda derinleşmemize fırsat tanımıyor. Bu yüzden tek bir konuda odaklanmanın çok önemli olduğuna vurgu yapılıyor.

Stanford Üniversitesi’nin eski iletişim profesörlerinden, dijital çağda insan davranışları üzerine yaptığı çalışmalarla bilinen Clifford Nas’in araştırmalarının sonucuna göre internet ortamında dikkatin durmadan oraya buraya yöneltilmesi insan beynini uzun vadede olumsuz etkiliyor. Nas bir radyo reportajında şunları dile getiriyor:

“Katılımcıları her daim multitasking yapanlar ile nadiren multitasking yapanlar olarak ikiye ayırdık ve buradan çarpıcı sonuçlara ulaştık. Her daim multitasking yapanlar konuyla alakasız şeyleri ayırt edemiyorlar. İşler belleklerini yönetmekte başarısızlar ve kronik dikkat dağınıklığından muzdaripler. Bir konu üzerinde çalışırken beyinlerinde aktif olan bölümlerin çoğunluğunun o konuyla alakası yok. Zihinsel açıdan enkaza döndüklerini söylememiz mümkün.” [3]

Son söz

Burada vurguladıklarım dışında da oldukça farklı ve önemli noktalar kitapta yer alıyor. Örneğin, sosyal medya kullanımı, yarım kalmış işlerin beynimizde bıraktığı etkiler, zamanı verimli kullanma gibi ve sayamadığım daha birçok önemli konuda oldukça akılcı yaklaşımlar sunuluyor. Sonuç olarak yetkinleşmek, derinleşmek ve artı değer yaratmak istiyorsanız bunun yolu odaklanarak çalışmaktan geçiyor. İşin en ilginç yanı ise bu kadar çabaya rağmen yeni başlayanlar için odaklanarak çalışabilme süresinin günde bir (1) saat, ileri düzeydekiler içinse ortalama dört (4) saat gibi bir rakam olduğu ileri sürülüyor. Tabii bu odaklanmış bir saat yüzeysel geçirilen kaç saate tekabül eder, işin aslı orada.

Kitabın Türkçe versiyonu 210 sayfa ve her cümlesi anlamlı, laf kalabalığı içermeyen bir şekilde direkt amaca yönelik olarak yazılmış. Buradaki metotlar kimler tarafından uygulanabilir orası tartışmaya açık, (odaklanarak çalışma uygulanabildiği takdirde nasıl bir başarı yakalandığı da kitapta somut örneklerle dile getiriliyor) ama oldukça ufuk açıcı ve bilimsel kaynaklar sunularak kaleme alınmış bir yol gösterici, başucu kitabı.

Kaynaklar:

[1] Laura Carstensen, “Older people are happier”, TED Talk, https://www.ted.com/talks/laura_carstensen_older_people_are_happier

[2] Laure L. Carstensen, Joseph A. Mikels, “At the Intersection of Emotion and Cognition: Aging and the Positivity Effect”, Pyschological Science 14,3, 2005.

[3] “The myth of multitasking”, https://www.npr.org/2013/05/10/182861382/the-myth-of-multitasking

1 thought on “Pürdikkat bir hayat!

  1. Right here is the right webpage for anybody who wishes to understand this topic.
    You know so much its almost tough to argue with you
    (not that I really would want to…HaHa). You certainly put a fresh spin on a subject which
    has been discussed for many years. Wonderful stuff, just wonderful!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir